Aaaaarrkadaş arıyoruuuum aaaarkadaaaş! Rahmetli Turgut Özal geçmişten gelen çok yasağı kaldırırken telsiz haberleşmesinde de "halk bandı" diye bilinen haberleşme türü ortaya çıkınca birden necip milletimiz tarafından ilgiye mazhar olup mükafatlandırılmıştı. Telsizi alıp boş zamanlarında arkadaş arıyorum anonsuyla o günlerin sohbet odaları kuruluverdi. Kim kimdir? Nedir? Bilmeden, görüntü ve telefon numarası olmadan yapılan bu sohbetlerde anlaşılacağı gibi her türlü sohbet, sesleniş insanımızı bir anda avucuna alıp, dağıtmıştı. Epey sürdü bu rüzgar. Sonra ne oldu o telsiz cihazları? Bilinmez.
İnternet çağının başlamasıyla da "sohbet odaları" kavramı giriverdi yaşamımıza. Geleneksel toplum yapısı insanları biribirleriyle samimi bir sohbeti engelleyen geçmişiyle kıskacına almışken, sağolsundu internet ortamları. Orada da numara falan yoktu. "nick name" denilen eskinin rumuz kavramı, perdenin arkasından erkeklere şarkı söyleyen müslüman kadın misali herkesi kendine çekti. Sonrasında icq, msn vs. derken skype ve nihayetinde webcam'ler.
İsteyen istediğiyle genelden, özelden mesajlaşırken, görüntü giriverdi işin içine. Oh ne alaydı. Sosyal açlığımızı, cinsel açlığımızla toplayınca, bu webcam olayı da harikaydı. Necip milletimizden söz ettik ama bunlar bize özgü şeyler değil elbet. Tüm düynanın insanları bu nimetleri tepe tepe kullandılar, hala da kullanıyorlar.
Gelelim günümüze; çiçeği burnunda Periscope sitesi ve uygulaması. Hepsinin pabucunu dama atmış durumda. Tüm dünyadan insanlar, sınır tanımaksızın, akılları zorlayacak biçimde bu deryanın içine dalmış durumdalar. Kimi ararsanız orada bulabilirsiniz. Ama daha çok aramadıklarınızla karşılaşmanız muhtemel, hatta kesin. Elbette ergen neslin "can sıkıntısı"nı en iyi gideren araçlardan biri oluvermiş. Bebek yaşta teknoloji bağımlısı olmuş günümüzün gençleri yine çocuk yaşta bu nimetten yararlanmaya kararlı.
Böyle olunca da en seviyesizinden en entellektüeline "canlı yayın" aracı olan bu uygulama, "beterin beteri var" deyişinin bugünkü yanıtı kimileri için. Halk bandı telsizden bu güne aslında çok da bir şey değişmediğini farkediyoruz önce. Sesiyle ve görüntüyle canlı yayın yapan kullanıcı, onu izleyen kullanıcıların yazılı mesajlarını yanıtlıyor temelde. Kim olduğunu bilmediği, bilemeyeceği çok sayıda izleyenin aklına gelen her şeyi sorduğu, istediği bu ortam müthiş çekici. Bıkmadan, usanmadan sorulan birbirinin aynısı soruları hiç sıkılmadan, usanmadan yanıtlamaya gönüllü yayın yapanlar.
Hangi dilde olursa olsun yayıncıya, kendi diliyle soru soranları ayrı bir kefeye koymalı. Evrensel eğilim ise bayan kullanıcıların yayınını izlerken, ekran tamamen karanlık olup da konuşan veya ön kamerasını açmadan arka kamerayla yerdeki halıyı gösterip muhabbet edenlerden değilse sorular belli: kaç yaşındasın? Adın ne? Boyun kaç? Nerelisin? Kaç kilosun? Diye sürüp gidiyor. Onlardan önemlisi ise cinsel açlığın engellenemeyen soruları var. Geçmişte askerlikte "aç aç" denilen gösteriler duyardık. Askeri birliklerde konser veren veya gösteri yapan bayanlar, askerleri kırmayıp(!) olabildiğince teşhirci bir üslupla gösterilerini çekici hale getirirlerdi. İşte günümüzün internet salgınının eriştiği nokta aslında hala bu noktada. Bayanlar hemen bu sorulara hazır olmalı. En ciddi bir bilim kadınıysanız bile bir konuda yayın açıp da gelen mesajların arasında "meme!" mesajıyla karşılaşırsa çaktırmamalı. İsterse bloklayabilir ama sonraki ne olacak? Bitmez tükenmez bir "aç aç" vaziyeti ortama hakim.
Diğer taraftan bunu eğlence haline getiren bayanlar da azımsanmayacak kadar çok. Niyeti ne olursa olsun bu gibi izleyicilerin her yayında olduğu bilinciyle veya özellikle bu şekilde eğlenmek amacıyla yayın yapanlar, "cam girl" endüstrisinin pabucunu dama atmışlar bile. Yaygın uygulama görüntünün yüzün bir yarısını içermesi diğer yarısı görünmeyen yüz havasının çekiciliği pek revaçta. "canım sıkıldı" başlığı da yerli yabancı hem kadın hem erkek kullanıcıların çok tercih ettikleri bir başlık. Şu kadar izleyiciye şunu yapıcam, bu kadar kalbe bunu yapıcam vaadini içeren başlıklar da bir o kadar izleyici topluyor. "gizli çekim" başlığına kim kayıtsız kalabilir? O da epey izleyiciyi hak ediyor. Yardım isteyen, somut bir konuda cevap arayan, tartışma başlatan başlıklar kadar, başlığı ne olursa olsun, hiçbir görüntüsü olmayan veya kendini gösterdiği halde vereceği yanıtı ya da konuşacağı mevzusu olmayanlar da o kadar çok.
İzleyenlere gelince onlar da yüz yıl önce yeni bir alfabeyle okuma yazmayı zar zor becermiş az bir nüfusun, görsel medyayla feleğini şaşırmış kuşakları, o yayından bu yayına sekip ipe sapa gelmez sorular sormayı görev biliyorlar. Cevap vermeyi beceremeyen yayıncıya, soru soramayan izleyici hoş bir kistch oluştursa da görsel medyada izlemeye dayanması zor o çeşit çeşit yapımlara taş çıkartıyor.
Bugünlerde on, yirmi, elli derken 100 izleyiciyi aşıp, binlerle takipçisi olan kullanıcılar şimdiden fenomen haline gelmişler. Ortamda nam salmanın araçlarından biri de izleyicilerin ekranlarına parmaklarıyla tıkladıkları kadar yayıncıya gönderdikleri "kalp"ler. Yayın açıp da siyah ekranın arkasından konuşarak kalp isteyenler hiç de az değil. Kalp göndermesi bedava olduğu için izleyenler de tıkları esirgemiyorlar elbet.
Şu an aklımıza gelmeyecek kadar tehlike içeren bu uygulama, mutaassıp kesimler tarafından ne zaman farkedilirse o zaman iyice populer olacak. Populer olmasını beklemeden öneririm ki anne ve babaların dikkat etmesi gereken bir ortam bu. Ama ne yapabilirler söylemek güç. Akıllı telefonu olan her genç, uykuya dalmadan veya uykudan uyanır uyanmaz hemen yayın açıp, artık arka kamera veya ön kamera kendisi bilir, anında yayına başlıyorlar.
……. Denilen milli internet polisimiz arzu edilen siteleri her yolla engellediği halde, türlü arka kapılardan dolaşıp at koşturan insanlarımızın pek güzel rağbet edeceği bu engellenmesi olanaksız ortam yakında üçüncü sayfa haberlerinin de vazgeçilmez malzemesi olacaktır. Şimdiden şöyle haberleri klişe haber gibi gözümde canlandırmaya başladım bile: Periskop'ta yayın yapan kızını 33 yerinden bıçaklayan baba veya periskopta takip ettiği kıza aşık olan izleyici onu kaçırarak üç gün boyunca tecavüz etti.
3 Eylül 2015 Perşembe
17 Ocak 2015 Cumartesi
Ekrana Bakanlar
Yeni dünyamızda herşeyimiz haline gelen bilgisayar bizi esir almaya devam ediyor.
Yeni savaşımız da bilgisayara karşı.
Hizmet aldığımız pek çok kamu ve özel sektör çalışanı bize hizmet verebilmek için ona mahkum.
Bu mahkumiyet de ekran'la vücut buluyor.
Karşısında durduğumuz kişi bizden çok önündeki ekrana bakıyor ve orada ilerlemeye işi sonlandırmaya çalışıyor.
"sistem ağır", "sistem durdu/arızalı" gibi tümcelerle işimizin ne kadar uzadığını, uzayacağını veya olmayacağını söylemeye çalışıyorlar.
Öyle olmasa bile, yani iş normal seyrinde akıyorsa bile pek gözlerini o ekrandan ayıramıyorlar.
Tabii her kurumda çalışan sayısı olanaklarla sınırlı ancak bu tip her birimde ekranla hiç işi olmayan bir rehber kişinin bu birimlerle hizmet almaya çalışanlar arasında köprü olması da gerekiyor.
İki taraf arasındaki ilişkinin daha sağlıklı yürümesi, sürekli yükselen tansiyonun düşürülmesi için şimdilik bu işi kimi yerlerde güvenlik görevlileri üstlense de gelecekte bu gibi görevlilere ihtiyaç duyulacağı ve istihdam edileceği görülüyor.
Yeni savaşımız da bilgisayara karşı.
Hizmet aldığımız pek çok kamu ve özel sektör çalışanı bize hizmet verebilmek için ona mahkum.
Bu mahkumiyet de ekran'la vücut buluyor.
Karşısında durduğumuz kişi bizden çok önündeki ekrana bakıyor ve orada ilerlemeye işi sonlandırmaya çalışıyor.
"sistem ağır", "sistem durdu/arızalı" gibi tümcelerle işimizin ne kadar uzadığını, uzayacağını veya olmayacağını söylemeye çalışıyorlar.
Öyle olmasa bile, yani iş normal seyrinde akıyorsa bile pek gözlerini o ekrandan ayıramıyorlar.
Tabii her kurumda çalışan sayısı olanaklarla sınırlı ancak bu tip her birimde ekranla hiç işi olmayan bir rehber kişinin bu birimlerle hizmet almaya çalışanlar arasında köprü olması da gerekiyor.
İki taraf arasındaki ilişkinin daha sağlıklı yürümesi, sürekli yükselen tansiyonun düşürülmesi için şimdilik bu işi kimi yerlerde güvenlik görevlileri üstlense de gelecekte bu gibi görevlilere ihtiyaç duyulacağı ve istihdam edileceği görülüyor.
14 Nisan 2014 Pazartesi
TEKA Markalı Ürünler Kaliteli mi?
Bir yıl olmadan boyaları dökülüp paslanmaya başlayan ızgaralar. Teka!
Evimde kullandığım ocak ızgaralarının bir tanesi yere düşürülünce ortadan ikiye bölündü, tüm ocak ızgaralarının boyaları daha bir yıl olmadan döküldü ve dökülen yerler pas yapmaya başladı, fırın tepsisi sıcak yüzünden bel verdi.
TEKA'ya çok sayıda telefon ve mesaj ile ulaştığım halde hiç birinde geri dönüş alamadım.
Çok sayıdaki deneme sonrası aldığım yanıt, yalnızca; "parçanın ve olayların garanti kapsamında olmadığı" ve "sonucun kullanıcı hatasından kaynaklandığı" oldu.
Her şeyden önce müşterisini yanıtlama gereği duymayan bir marka TEKA. Çok çeşitli şekillerde ulaştığım halde her birinde aynı durumla karşılaştım ve hiç bir şekilde geri dönülerek telefonla, mesajla yanıtlanmadım.
"kullanıcı hatası"nın ne olduğunu sorduğumda ise bir türlü yanıt alamadım. Yani hangi hatayı yaptım da boya döküldü? Kırıldı? Bel verdi? Yanıt yok. Evet. Ne yazık ki, yanıt yok.
Garanti belgesini ve kullanıcı kılavuzunu okuduğumda, yapmış olabileceğim hata ile ilgili hiç bir veriye rastlayamadım.
Garanti Belgesinde veya Kullanma Kılavuzunda, söz konusu parçanın "garanti kapsamı dışında olduğunu belirten" hiç bir not da yok.
Bu nedenle TEKA ürünlerinin kaliteli olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine düşük kalitede ürünler bunlar.
Ayrıca Teka şirketinin tüketiciyle olan iletişiminde de sorun olduğunu düşünüyorum.
Bundan sonra satın alacağım ürünlerde Teka markası olmayacak.
Sıcağı görünce eğilip bükülen fırın tepsisi. Teka!
23 Mart 2014 Pazar
Feribot ve Arabalı Vapur İskelelerinde Güvenliğin Artırılması
Geçtiğimiz günlerde bir feribotun, yolcu aracının binişi
sırasında kapağını kaldırmaksızın hareket etmesi nedeniyle, söz konusu araç
içindeki biri çocuk dört kişiyle birlikte denize düştü, içlerinden iki insanımızı
ne yazık ki kaybettik.
Bu gemiler yıllardır aşağı yukarı bu ve benzeri yöntemle
seferler yapıyorlar. Sürekli gel git yapan gemiler, iskeleye yanaştıktan sonra
halatlarla bağlanmak yerine, araçların biniş ve inişleri boyunca, makine ve
pervanelerini çalıştırmaya devam ederek iskele yapısına yaslanıyorlar.
Geçtiğimiz
yıllarda Yalova’da da bir aracın benzer şekilde denize düştüğünü okumuştuk
basından. Onun dışında yıllardır başka bir kaza duymadık. Oran olarak sefer
sayısına göre çok düşük de olsa bu şekilde kazalar yaşanması söz konusu.
Bu riski sıfıra indirmek zor değil. Günümüzde elektronik sistemler çok ilerledi,
yaygınlaştı, ucuzladı. Pek çok araç elektronik algılama ve yönetim sistemiyle
hareket ediyor veya hareketi engelleniyor. Feribot ve arabalı vapur dediğimiz bu
tip gemilerin yanaştığı, araç aldığı ve boşalttığı iskelelerde yayaların ve
araçların denize düşmelerini engellemek için bu sistemler kolaylıkla
kullanılabilirler.
İlk akla gelen otopark kapılarında, gişelerde yaygınlıkla
kullanılan açılır bariyer ve benzeri sistemlerdir. İskeleye yanaşık durumda
gemi olmadığı durumlarda gerek yayaların gerekse araçların denize düşmesini
engelleyecek önlem bu bariyerlerin gemi hareketleri ile veri akışı sağlanarak
daha da güvenli bir düzen oluşturulabilir. Bariyer açık durumdayken geminin
hareketini, iskeleden ayrılmasını engellemek olanaklıdır. Gemi iskeleye
yanaşmadan bariyerlerin kapalı durması, geminin iskeleye yanaşarak kapağını
indirmesi sonrasında bariyerin açılmasını sağlamak güvenliği artıracak bir
önlem ve düzendir.
7 Mart 2014 Cuma
Dünyanın en büyük Adliye Sarayı'nda basılması tehlikeli zeminler
Kaç milyon lira harcadık bilmem, dünyanın en büyük Adliye Sarayı'dır muhtemelen... En büyük değilse, ikincisi, üçüncüsü vb.
A4 kağıda bilgisayardan bir şeyler yazıp asmayı çok sever devletimiz. Burada da değişiklik yok. Foto'da görülen cam tuğla örülü duvar, bekleme salonu ile mahkeme salonunu ayırıyor. Önündeki zeminde görülen üç parça cam zemin ile ilgili de bir A4 kağıdı yapışık bu duvara.
"Güvenliğiniz için lütfen cam zemine basmayınız" diyerek, parayı veren vatandaşını uyarmış.
Eh böyle ünlü bir yapıda, mülkün sahibi vatandaşın canı tehlikeye atılacak değil ya. Her şey düşünülmüş böylece.
Küçük bir ekleme: Binada 100 tane mahkeme salonu varsa ki yalnızca 40 tane sulh ceza mahkemesi var, 100 tane de cam zemin var, cam duvarının önünde. Elbet 100 tane de A4 kağıt çıktısı.
Dünyada bir adliyede bu kadar çok eş A4 çıktısı yapışık olan cam tuğla duvarlı adliye sıralamasında kaçıncıyız acaba?
Değiştir değiştir bitmeyen kaldırımlar
Manzara hiç değişmiyor, hep aynı. Daha bir kaç yıl önce döşenmiş, 10x10x10 cm. boyutlu granit kaldırımlar toptan sökülüyor, yerlerine 20x20x20 cm. boyutlu, ya da her neyse farklı boyutta granit kaldırım taşları döşeniyor. Sökülenlerin ömrü 100'lerce yıldı, belki 10 yıl olmamış, hadi 20 yıl olmamıştır, yenileri de 100'lerce yıl ömürlü ama kimbilir kaç yıl sonra, ya da kaç on yıl sonra onlar da sökülüp atılacaklar.
Fotoğrafta 2014 yılı Şubat'ında İstanbul, Karaköy Meydanı görülüyor. Sağ taraftaki paravanların arkasında yeni granitler döşenmekte. Paravanın dışında eski granitler görülüyor, sapsağlam, yüzeyde en ufak bir deformasyon yok.
Rııhtımdaki kalın demir ferforje korkuluklar da belki bir 100 yıl ömürlüydüler ama son kalan iki üç dilim dışında tümden sökülüp, atıldılar. Yerlerine kimbilir nasıl yenileri gelecek.
Milletin parası böyle harcanıyor. Harcanan nereye, nasıl harcanıyor hayal gücünüze kalmış.
Fotoğrafta 2014 yılı Şubat'ında İstanbul, Karaköy Meydanı görülüyor. Sağ taraftaki paravanların arkasında yeni granitler döşenmekte. Paravanın dışında eski granitler görülüyor, sapsağlam, yüzeyde en ufak bir deformasyon yok.
Rııhtımdaki kalın demir ferforje korkuluklar da belki bir 100 yıl ömürlüydüler ama son kalan iki üç dilim dışında tümden sökülüp, atıldılar. Yerlerine kimbilir nasıl yenileri gelecek.
Milletin parası böyle harcanıyor. Harcanan nereye, nasıl harcanıyor hayal gücünüze kalmış.
4 Şubat 2014 Salı
Her Yanımız İnşaat!
Köyden kente göçün ilk yıllarından başlayarak kentlerimiz
büyük bir hızla betonlaşmaya başladı. Betonlaşma diyoruz ama buradaki beton,
kalitesi pek de iyi bir beton anlamına gelmiyordu. İçindeki demir ve kum dahil
yanlış malzemeyle, eksik bilgi ve teknolojiyle pek çok güvensiz yapı inşa
edildi. İyi niyetle de yapılsa doğru teknolojiye sahip olmayan yapılar bugün
yapılan deprem testlerinden geçebilecek durumda değiller. Pek çoğumuz da halen
bu yapılarda yaşıyoruz. Depremlerle acı gerçekleri geç de olsa fark ettik.
Artık onları yenilemek gerekiyor ama bu da pek o kadar kolay değil. Bir yandan
imar yasaları bunu bazı semtler için pek o kadar kolay kılmıyor. Ekonomik
taraftan çözüm mal sahiplerinin inşaat için müteahhide belirli oranda veya
tümüyle para ödemesini zorunlu kılabiliyor. Kimi yerlerde de şimdiden pek çok
yapı yenilenmeye başladı. Ülkenin ekonomik durumu da şimdilik bunu bazı yapılar
için olanaklı kılıyor. Çevremizde pek çok yapı yıkılmaya, yerlerine yenileri
yapılmaya başlandı son yıllarda.
Böylece yeni bir durum ortaya çıktı ve bizler de bunu yeni
fark ediyoruz. 50’li, 60’ lı yıllardan bu yana bu kadar yoğun bir faaliyet
yoktu çevremizde. Evlerimiz, sokaklarımız sakindi. Ama artık öyle değil. A’dan
Z’ye bu yeni durumla yüzleşmek, kabullenmek, kabullenemiyorsak da çözüm üretmek
zorundayız. Bu durumdan şikayet etmek yerine belki de eski mahallelerimizden
yerleşik sitelere göç etmemiz gerekebilir. Bir yandan gürültüsü, bir yandan
kiri, tozu, toprağı, bir yandan trafik yoğunluğu ve daha bir çok sorun yaratıyor
bu süreç. Yaşam kalitesinin yüksekliğinden söz eder olduğumuz güzel ilçemiz
artık bu yeni gerçeklerle yüzleşmek zorunda.
Merkez’den dışa doğru trafik ve park sorunu yaşayan
ilçemizde daha da artan sıkıntı park yeri bulmak, trafikte yol alabilmek.
İnşaatlar park yeri bulma sıkıntımızı artırdı. İster istemez bulundukları sokak
ve caddelerde belirli bir alanı kullanmak zorunda olan inşaatçılar sokakları
işgal etmeye başladıklarından inşaatların önlerine ve yakınlarına artık eskisi
gibi park edemez duruma geldik. Bununla birlikte inşaata gelip giden her türlü
araç, hafriyat kamyonları, kazıcılar, malzeme araçları vd. trafiğin artmasına,
hatta durmasına, kimi zaman da inşaatın bulunduğu sokağın belli süre için
tümüyle kapanmasına neden oluyor.
İnşaat kazısı binanın kepçe gibi bir araçla bir veya birkaç
günde tümüyle yıkılmasıyla başladığı gibi, bitişik nizam yapıların olduğu Moda
gibi semtlerde kompresör ve kırıcı ile günlerce süren gürültülü bir süreçle
katlar tek tek yıkılabiliyor. Temel kazısı başladıktan bir süre sonra inatçı
kaya zeminle karşılaşılırsa bu da ayrı bir gürültü kaynağı olan büyük kaya
kırıcı araçları zorunlu kılıyor. Günlerce hatta haftalarca süren bu kırma
işlemleri mahalledeki günlük yaşantıyı çekilmez hale getiriyor.
Gelişen teknolojik olanaklarla inşaat süreleri eskisinden
daha kısa da olsa ortalama bir yıl boyunca inşaatın geleni gideni hiç bitmiyor.
Onca malzemeyi getirmek ve inşaata montajı sürekli bir gürültü kaynağı. Sabah
sekiz’de başlayan çalışma sesleri mevsimine göre akşam geç saatlere kadar
sürüyor. Gündüz trafiğini aksatmamak için gece saatlerinde çalışan inşaatlar da
ayrı bir dert. Kadıköy belediyesi bu sıkıntıyı azaltmak için Pazar günleri
çalışmayı engellediği gibi diğer günlerdeki saatleri de kısıtladı.
Otoyollardan, caddelere, oradan da sokaklara yoğun bir
hafriyat kamyonu trafiğiyle de karşı karşıyayız. Son derece gelişmiş
teknolojiyle üretilmiş araçlar, bir binek oto yeteneğiyle her türlü manevrayı
yapıp, otoyoldaki aşırı gücüyle de bizleri zor duruma düşürebiliyor. Bu
araçları kullanan şöför dostlarımızın üzerindeki zaman baskısıyla birlikte
tehlikeli biçimde çevresindeki araçları ve trafiği tehdit etmeleri de ayrı bir
gerçek. Bu konuda eğitim veren, denetleyen bir ülke olmadığımız da biliniyor. Bu yoğun tehdit altında
gerek yaya gerek sürücü olarak daha dikkatli olmak ve kendimizi sakınmak
durumunda kalacağız.
Bu sürecin bizlerde yarattığı başka bir baskı da mal sahibi
olarak yapılarımızı müteahhitlere teslim etmeden önce ve teslim alana kadar
yabancısı olduğumuz pek çok konuda araştırmak, öğrenmek, yapmak zorunda
kaldığımız işler. Başlıca sorun hukuki ve ekonomik koşulların denetlenmesi, mal
sahipleri ile müteahhit arasındaki pazarlık sürecinin sağlıklı biçimde
yürütülmesi,inşaatın yaşama geçirilmesi ve sorunsuz olarak teslim alınması.
Profesyonel hukukçulardan bu konuda uzman olanları bulup maliyetine katlanmadan
yardım almak güç. Üstelik olayın pek çok tarafı var. Müteahhit, mal sahibi,
projeyi hazırlayan mimarlar, mühendisler, belediye, yapı denetim kuruluşu ve
diğerleri. Yardımımıza internet, dostlarımız ve çevremiz bir ölçüde koşuyor. En
güzeli, bu süreci yaşamış, bitirmiş, denemiş insanlar. Tarafların yararına
hazırlanmış iyi bir sözleşme örneği bu işin temeli. Hukuki açıdan en önemli
adım bu sözleşmenin noter huzurunda imzalanmasıyla başlıyor ve bir anlamda
bitiyor. Bitiyor çünkü doğru bir sözleşme ile başlanmıyor ise geri dönmek öyle
pek de kolay değil. Mal sahibinin de noterde imzayı attıktan sonra müteahhitten
herhangi bir şey istemesi ve yaptırması o kadar kolay değil.
Çok sayıda müteahhidin, mal sahiplerine çok çeşitli
nitelikte öneri sunduğunu görüyoruz. Mevcut yapıların alanlarına göre daha
kısıtlı alan sunan bu teklifler iyi niyetle ve sağlam bir deneyimle
hazırlanmadıkları zaman da yanıltıcı olabiliyor. 5 metrekare odaya yatak ve
dolap sığdıran albenili çizimler inşaatın tesliminde hüsrana yol açabiliyor.
Mimarların deyimiyle brüt inşaat alanı, ortak kullanım alanları çıktıktan sonra
kalan daire alanı ve duvarlar hariç kalan net alan, teklif verilmesinden
başlayarak, inşaatın teslim alınmasına kadar her aşamada önemli. Diğer
taraflara göre daha az deneyimli olan mal sahipleri bu konuda yeterli bilgiye
sahip olmadan yanlış algılamalarla, yanlış kararlar verebiliyor.
Bir başka sorun da söz konusu yapıların sahiplerinin artık
ilerlemiş yaşları nedeniyle bu süreçte çeşitli zorluklar yaşamaları.
Güvenebilecekleri birilerine danışamıyorlar ise bu zorluk daha da artıyor.
Karar verme matematiğinin onlar için oldukça belirsiz olması sürecin uzamasına
hatta kimi başarılı projelerin bile gerçekleşmemesine neden olabiliyor. Bu
alanda tarafları bir araya getirecek tarafsız ve yetkili kişilerin azlığı,
ortaya yeni bir iş sahasının çıkmasına neden olacak. Şimdilik emlakçılar veya
sıfatı olmayan aracılar konunun kahramanları.
Binaların yenilenmeleri söz konusu olduğunda ortaya çıkan
bir diğer sorun da binada yaşayanların geçici ikametleri için kiralık konut ve
işyerleri bulunması. İnşaat sayısı arttıkça kiralık konutlara olan talep de
artıyor. Bu da kiralık konut fiyatlarında artışa neden oluyor. Konuttaki
eşyaların taşınmaları, yerleşmeyle ilgili iş ve giderler de cabası. Gerek
kiralık konutlara geçerken gerekse yeni inşaata dönüşte gaz, elektrik ve su
abonelikleri ayrı birer bürokrasi ve uğraş konusu.
Emlak alım satımına aracılık yapanlar da bu dönemde yoğun
çalışma içindeler. Mal sahipleri ile inşaatçılar arasında, mal sahipleri ve
inşaatçılarla kiralık ev sahipleri arasında ve yine yenilenen yapılardaki yeni
mülklerin satış ve kiralanmalarına aracılık yaparak trafiğe katkıda bulunmaya ve
gelirlerini artırmaya çalışıyorlar.
Sonuç olarak artan yoğunlukta faaliyetler, ilişkiler ve
maliyetler yaşamımızı pek çok yönden etkileyerek farklı bir süreç yaşamamıza
neden oluyor. Gelişmiş ülkelerdeki yaşam koşullarıyla karşılaştırdığımızda
1600’lerden kalan evlerde yaşayan bir Hollanda vatandaşının nesillerdir
karşılaşmadığı bir ortam söz konusu. Ekonomik, politik ve diğer yönlerden
hareketli bir ülkede yaşayan bizler bu süreci de iyi kötü atlatmak
durumundayız. Herkes için iyi sürmesi ve sonuçlanması dileğiyle.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)