27 Mart 2009 Cuma

JETTVEL DAKİKASI BİLDİĞİNİZ DAKİKA DEĞİL!

Türk Telekom Jettvel adıyla duyurduğu kampanyada "200 Dakika" ve benzeri kredilerden sözediyor. Oysa görüşmeleri dakika üzerinden değil, kontör (sayaç) üzerinden fiyatlandırıyor.

1 kontör 60 sn. süreyi ifade ediyor. 62 sn. süren görüşme karşılığında 2 kontör karşılığı bedel ödeniyor. Yani iki saniye için bir dakika fiyatı ödüyorsunuz.

Seçtiğiniz tarifeye göre ödediğiniz bedel karşılığında 100, 200 veya 300 kontör satın alıyorsunuz. Ancak her görüşmenizi 60 sn. ve katlarına denk gelecek biçimde sonlandırmanız olanaksız. Böylece "200 dakika" olarak tanınan kredi ile 200 dakika görüşme yapmanız da olanaksız.

İnanmayanlar Türk Telekom'un 4441444 numaralı servisini arayarak bilgi edinebilir. Beni bilgilendiren görevli "kontör" teriminin şirketce "dakika"ya çevrildiğini belirtti. Nasıl bir mantıktır bilemiyoruz. Üstelik bu şekilde reklam ve ticaret yapmak dürüstlükten uzak, aldatıcı bir davranış biçimi.

Şehiriçi görüşmelerinizin ayrıntısını yazılı olarak edinebilmeniz için, fatura çıkış tarihi ile son ödeme tarihi arasında hat sahibi kişinin kimliği ile bağlı bulunduğu bölge müdürlüğüne başvurması gerekiyor. Yukarıda özetlediğim durumu bu dökümde daha iyi anlamak mümkün.

Jettvel tarifesini seçmeyen diğer kullanıcılar için de durum farksız. 62 sn. süren görüşmenin son iki saniyesi için 1 kontör bedel ödeniyor.

12 Mart 2009 Perşembe

136 Yıl Sonra Yeniden Tramvay

atlitramharita İstanbul Ulaşım A.Ş. Tramvay ile ilgili sitesi: http://www.dersaadettramvayi.com/tarihce.html

Osmanlı hayranı muhafazakar siyasetçinin övünerek açtığı "lastik tekerlekli" tramvay hattını Osmanlı dedeleri 136 yıl önce (1872) yapmışlar. (o zaman ispark ve Kadıköy belediyeleri olmadığı için açılış sonrası otopark kavgası çıkmamış)

60'lı yıllarda hatların sökülerek tarihe karışmasında Ergenekon parmağı olup olmadığı 23. İddianamenin konusu. O tarihte baz istasyonları olmadığı için tutukluların yargılanmadan kaç yıl yatacaklarını siz hesaplayın.

Sitedeki güzergahları incelerseniz 80'lerde yapılan tramvayın nereden kopya edildiği de belli oluyor. Üstelik bugünkü hat Bebek yerine Fındıklı'da bitiveriyor.

2008'de Anadolu yakasında halen tramvay hattı hiç yok. Ama yüzlerce sokak arasında çalışan binlerce minibüsümüz var. En gürültülüsünden, en havayı kirleteninden, 40-50 yıllık modeller, Koç ailesi üretip 40 yıldır para kazanıyor.

Zamanında Anadolu yakasındaki tramvay hatları; Kadıköy, Kısıklı, Bostancı, Fenerbahçe, Hasanpaşa, Üsküdar, Moda.

Demek ki sırada daha çok açılış var. O zaman açılacak pankartlardan biri de herhalde; "Şeyh-ül İslam Erdoğan" olur.

7 Mart 2009 Cumartesi

İstiklal Caddesi Otobanı

Yıllar önce ağaçlarla bezeli, araç geçişleri babalarla sınırlı İstiklal Caddesinde rahatça yürüyüş yapabilirdiniz.

Sonra herhangi bir  veya bir kaç belediyemiz ağaçları ve kaplamayı söktü, kesme taşlarla kaplama işine girişti. Birileri pahalı diyerek işi karıştırdı, iş uzadı, sonunda şu veya bu taşlarla iş bitirildi.

İş hesapça bitti ama cadde son haline bir türlü getirilemedi. Ağaç dikecek delik bırakılmamıştı caddede. Araç geçişine de olanak tanıyan ortadaki tramvay hattı ve karşılıklı sokak geçişleri,  babalarla sınırlanmadığı için, her türden resmi veya gerekli gereksiz özel araç, caddenin tümünü istediği gibi geçiş veya istediği gibi park etmek için kullanır oldu.

Bugün caddede yürürken her an herhangi bir yanınızdan gelen araç sizi taciz edebilir. Park eden araç kitleleri yüzünden yürümeniz engellenebilir.

Yıllardır bu haliyle İstiklal Caddesi bir Otoban'ı andırıyor.

Yayalara Sıçratılan Sular

Türk Yaya'sı yağmurlu günde kaldırımda yürürken şemsiyesiyle yağmurdan korunurken, büyük çeviklikle üzerine araçlardan sıçrayan sulardan da korunmayı bilir.

Önceleri, yaya olarak yürürken üstüme sıçratılan sular için sürücüleri, sürücü olarak araç kullanırken istemeden yayalara sıçrattığım sular için kendimi suçlardım.

Oysa şimdi olayın tek sorumlusunun; yağmur sularının yol kenarlarından akmasını sağlayacak biçimde asfaltla kaplayamayan yetkililerin olduğunu farkettim.

Yollarımız gelişigüzel asfaltla dümdüz kaplandığı için yağmur suları araçların geçiş noktasında birikerek hem sürücü hem yayalar için sorun yaratıyor. Doğru biçim, ortada yüksek, kaldırımlara doğru alçak kaplamayla, suların kenarlardan mazgallara akmasının sağlanmasıdır.

Belediye yetkilileri bunu fark ederlerse şemsiyeler gerektiği şekilde kullanılacak ve daha az eskiyeceklerdir.

Granit Kaplı Meydan ve Kaldırımlarımız

Meydan ve kaldırımlarımızda Bedrettin Dalan döneminden kalan kaplamalar hala sağlamken, sonraki başkanların döneminde yapılanların önemli bir bölümü kırıklarla dolu.

Kilitli Beton Parkeler

  • Bedrettin Dalan döneminde yapıldılar. Ve on yıllardır kullanılıyorlar. Tümü sağlam.
  • Kullanışlı oldukları ve sağlamlıkları kanıtlandı.

Buna karşın sonraki başkanlar döneminde

  • Kilitli Beton Parkeler sağlam oldukları halde sökülerek ve çöpe atılarak yerine daha pahalı ve daha kolay kırılabilen, yerinden oynayabilen kesme taşlar yerleştirildi.
  • Gerektiği gibi tasarlanıp uygulanmadıkları, araçların üzerinde dolaşmaları engellenmedikleri için kırılan ve yerinden oynayan taşlara, yayalar takılmakta veya bastığında fışkıran sularla yıkanmaktalar.

Bu yüzden iki yakamız bir araya gelmiyor, yoksulumuz artıyor, belli kesimler hızla zenginleşiyor.

Çanakkale Boğazı ve Adalar Geçişlerinde Zorunlu Ayakbastı Parası

Çanakkale Boğazı ile Gökçeada ve Bozcaada denizyolu geçişleri Gestaş ve diğer özel girişimcilerce feribotlarla sağlanıyor.

Denizyolu geçişi için bölgeye gelen araçlar o il, ilçe, belde veya köy'e zorunlu olarak ayakbastı parası veriyorlar. Gemiye binmeden o limanda bir saniye bile durmamış olsanız da durum değişmiyor.

Ücret makbuz karşılığında, feribot ücreti beraberinde alınıyor. Otomatik hale gelmiş. Ödemiyorum deme şansınız yok. Gemiye binemezsiniz.

Gelibolu, Eceabat, Çanakkale, Lapseki, Çardak, Kilitbahir, Kabatepe, Geyikli, Bozcaada ve Gökçeada'dan feribota binen araçlar için "park ücreti" adıyla bir kaç lira bedelli paralar zorla alınıyor. Belediyeler, muhtarlıklar adına makbuzlar bastırılmış.

Paranın alınması kitabına uygun. Şu yasanın, bu maddesine göre diyerek kurtuluyor kamu yönetimleri.

Aynı uygulamayı İstanbul belediyesi yapsa ne olur acaba? Köprülerden geçişlerde, feribot ve araba vapurlarına binişlerde. Aynı hakka sahip değil mi?

Harem Otogar ve Meydanı

Eski Türk filmlerinden günümüze kalmış ender bölgelerden biri Harem Otogar'ı. Pratikte pek çok otobüs firması Anadolu yakasında kendisine yeni bir aktarma noktası belirledi. Ataşehir çevresinde pek çok otogar mevcut.

Bir türlü yenilenmeyen, taşınamayan Harem Otogarı, bölgeden geçen trafiği, boşu boşuna esir almaya devam ediyor. Yeniden düzenlenmek yerine, deniz doldurularak trafik akışı sağlanmak istendi. Deniz doldurularak eklenen şerit şu anda otopark haline gelmiş durumda ve trafiği engellemeyi sürdürüyor.

Hemen yanında yüzlerce araçlık park yeri var. araçlar burayı kullanmak zorunda bırakılmadığı için, çevre yolları park yeri olarak kullanıyor.

Üsküdar yönünden gelen trafik otogarın çevresini dönmek zorunda kaldığı için de hiç bitmeyecek bir trafik karmaşası her gün sürüp gidiyor.

Özellikle tüm gününü burada geçiren profesyonel sürücüler bu konuda uğraşmazlar ise yetkililer bildiklerini okumaya devam edecekler. Dolmuş, otobüs, taksi sürücüleri, bu konuda tepki göstermeli ve takipçi olmalılar. Başka çözüm yok.

Bağdat Caddesinde Tükenen Ömürler

Bir kaç yıl önce dörtten üçe düşen şeritleriyle Bağdat Caddesi, özellikle Bostancı ile Göztepe arasında kalan bölgede, günün her saatinde yoğun trafikle insanların zamanını, parasını çalmaya devam ediyor.

Genelde tıkanan noktalar; Kızıltoprak, Caddebostan. Her iki noktada da gelişigüzel parketmiş, bir, hatta iki sıra araçların tıkanmaya etkisi yüksek. Buna karşın Trafik Ekiplerimiz, her nedense, yol üzerine park eden araçlardan çok, otobüs durak ceplerine parkeden ve trafiğe olumsuz etkisi olmayan araçları çekmeyi tercih ediyorlar.

Sahilden caddeye çıkıştaki trafik ışıklarına kalan son 15-20 m. boyunca sol şerit parka yasaklanmış. Çekici'nin buralara park eden araçları çekeceği belirtiliyor tabelalarda. Ben bugüne kadar bu alanlardan çekilen araç da görmedim.

Kızıltoprak yapılaşma nedeniyle trafiğin aktığı en dar bölge. Her iki yönde üçer şerit var. Ortada oluşturulan yedek şerit de sabah Kadıköy, akşam Bostancı yönüne açılıyor. Yoğun işyeri olan bölgede cadde üzerine birinci şeride park normal. Yoğun saatlerde ikinci şeride de parketmek de artık normal hale geldi. Böylece trafik bir buçuk şeritten akmaya çalışıyor. Yedek şerit yerine her iki yönde 100 m. boyunca sıkı bir park kontrolü yapılarak, gelişigüzel park ve duruşlar engellenebilse, her iki yönden gelen yoğun trafik bölgede tıkanmaktan kurtulacak.

Sözlü olarak yönelttiğim soruya trafik ekipleri; bölgede yoğun saatlerde akışı engelledikleri için çekme yapamadıklarını belirttiler. Neden ceza yazarak bölgedeki parkı caydırmadıklarını da ben pek anlayamadım.

Özellikle tüm gününü burada geçiren profesyonel sürücüler bu konuda uğraşmazlar ise yetkililer bildiklerini okumaya devam edecekler. Dolmuş, otobüs, taksi sürücüleri, bu konuda tepki göstermeli ve takipçi olmalılar. Başka çözüm yok.

4 Mart 2009 Çarşamba

Etiketler

Bolluk devrindeyiz. Hem de ne bolluk.

Market, dükkan rafları giderek daha çok sayıda ürünle doluyor. İhtiyacımız olanı arayıp bulamıyor, ihtiyacımız olmayanı alabiliyoruz. Doğru, yanlış.

Kaça alacağımızı bilmeden alıyoruz. Üzerinde fiyat yazmıyor. Barkodu okuyucuya okutursanız öğreniyorsunuz, yoksa kasada belli oluyor.

Markası yabancı dilde, ne olduğu, nitelikleri, içeriği belli değil, açıklaması, kullanım şekli, yabancı dilde. Şansınız varsa en küçüğünden puntolarla, genelde yalan yanlış çevirilerle bir kaç satır açıklama.

İthal edip raflara dizen de o kadar rahat ki, ya çok kazanıyor, ya da nasıl kazanılır haberi yok.

Kaça satıldığını, ne olduğunu, ne işe yarayacağını, hangi ihtiyacımızı gidereceğimizi, hangi ihtiyacımızın olup da farkında olmadığımızı bilemediğimiz için pek çok ürün satılmayı bekliyor, satılamıyor.

En küçük puntoyla yazıp, ne kadar küçük etiket bastırırsa o kadar çok tasarruf edeceğini sanan ithalatçı, üretici, satıcı, puntolarla uğraşmaktan, daha çok satmanın; belki de farkında olunmayan ihtiyacın ortaya çıkarılmasıyla mümkün olduğunu düşünmeye fırsat bulamıyor.

Bir yapı marketinde rastlantı sonucu iki reyon dolaştığımda, tümü yabancı ülkelerden ithal olan ürünlerin üzerinde hiç bir çeviri olmaksızın satışa sunulduğunu gördüm. Boya, temizlik vb. kimyasallardan onlarca çeşit, orijinal İngilizce ve Almanca ambalajlarıyla satılmayı bekliyorlardı.

Gazete ile birlikte dağıtılan reklam kitapçıklarında son teknoloji ürünlerini görünce uzun uzun okuyup, hiç bir şey anlamamak mümkün. Yabancı dilde marka, model ve çoğunluk teknik detay belki uzmanına hitap ediyor. Elbet uzmanı anlayacağını anlayabilir ama benim evime giren reklamda benim anlayacağım bir kaç satır olamaz mı? "Hangi ihtiyacımı karşılayacak?". En azından bir kaç satır. Daha çok kişi anlar, ihtiyacını farkederse, daha çok satılacak.

Teknoloji ürünü satan mağazalarda aynı ürünün farklı marka ve modellerinin çok sayıdaki teknik özelliği aynı metodoloji ile sıralanmak yerine, a ürününün 1., 3., 5. niteliği ile b ürününün 2., 4., 6. özelliği sıralanarak, karşılaştırma neredeyse olanaksız kılınabiliyor.

Tam bir kafa karışıklığı içindeler. Satıcıdan geriye doğru, reklamcı, ithalatçı, üretici.

Bize kolay gelsin!

Metrobüs

Türkiye dışında, herhangi bir ülkenin, herhangi bir kentinde, böyle bir uygulama var mı acaba?

Tasarım aslında bir tramvay hattı. Ray, elektrik hattı yok, lastik tekerlekli, fosil yakıtlı araçlar var. Tramvay gibi hareket ediyorlar.

Cin siyasetçilerin çözümü. Yerel Seçime yetiştirildi.

Başbakan açtı. Önemli bir başarı görüntüsü verildi. Bazılarına göre Osmanlı Padişahı imiş.

Metro kelimesi Fransızca şehiriçi raylı ulaşımını, Bus ise İngilizce ve Fransızca lastik tekerlekli toplu taşıma aracını ifade ediyor. Osmanlı, bu iki terimi dünyada ilk birleştiren Cumhuriyet oluyor büyük olasılıkla.

Bu uygulama için acaba kaç on yıl geç kalındı? Başbakan bu şehrin belediye başkanıyken neden yapmadı?

On yıllardır insanlara ihtiyacları olmayan otomobiller satılıp, köprü geçişlerinde ömürleri tüketildi. Saatler boyunca her bir iki kişiye ayrı bir motor, donanım aşındırıldı, dünyanın en pahalı, yarısına yakını vergili, fosil yakıtları tükettirildi, havası karbon ve diğerleriyle kirletildi.

1985 yılında köprüyü geçen belediye otobüsleri, konilerle ayrılmış emniyet şeridini tercihli olarak kullanırlardı. O zaman kimin buluşuydu, uygulamasıydı hatırlamıyorum ama 24 yıl önce zaten uygulanıyordu. Sonra unutuldu.

60'lı yıllarda da şehirdeki tramvay raylarını söküp atmamışmıydık. Belki bir kısmı hala asfalt kaplamanın altında duruyorlardır.

Anadolu yakasındaki D 100 karayolu da bu yıla kadar Harem-Küçükyalı arasından sonra iki gidiş, iki gelişti. Yöneticilerimizin yeni akıllarına geldi, üçüncü şerit eklendi, ekleniyor, eklenecek. Bu şehirde kaç dönemdir refah, ak parti görev başında?

Metrobüs! Hayırlı olsun!