19 Aralık 2012 Çarşamba

TL'nin simgesi işe yarıyor mu?


Turistik yerlerdeki satıcılar fiyatlarını TL harflerini kullanarak yazmayı tercih ediyorlar. TL’nin simgesi Avro’nunkine fazla benzediği için olsa gerek pek tercih edilmiyor. 

Tasarlayanların, seçenlerin hiç aklına geldi mi acaba? Diğer paraların simgelerine baktım. İçlerinde Avro’nunkine en benzeyeni TL’ninki. Enine çift çizgili diğer simgeler Yen, Ruble pek o kadar Avro ile karıştırılacak gibi değil. 


15 Aralık 2012 Cumartesi

Yiyecek İçecek Hizmeti Veren İşletmeler Daha Çok Kazanmak İçin Neler Yapmalı?


Daha çok kazanmak için ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Restoranlar, kafeler, yiyecek-içecek satışı yapan işletmeler için müşteri bakışıyla çeşitli öneriler.

Müşteriyi 2. Kez tekrar, bir daha getirmek her şeyden önemli. Günlük hareket etmek, yüksek risk altına girmektir. Amaç her zaman satılan şeyin tekrar satılması olmalıdır. Süreklilik bir işletmenin, bir girişimin asıl hedefidir. Deneyiminden mutlu olmamış bir müşteri, ikinci kez gelmez, ilk kez gelecek veya tekrar gelecek müşterilere de kötü deneyimini aktararak müşteri kaybına neden olur.

Müşterinin, aldığı ürünü, aldığı keyfi, aldığı olumlu karşılığı, dostlarına, arkadaşlarına önermesi önemlidir. En iyi reklam; ürünü, hizmeti satın almış, parasının karşılığında iyi, güzel bir şey elde etmiş insanın, “yaşadığı deneyimi” diğer kişilerle paylaşmasıdır. Müşteri kapıdan içeriye adımını atarken rahat, endişesiz girebilmelidir. Çıkarken ödediği para yüzünden gözü arkada kalmamalı, aldığı hazzı da kolay kolay unutmamalıdır.

Tadım menüsü, çeşitli tadım menüleri hazırlanmalıdır. Mekana ilk kez gelen kişiye yapılacak en iyi tanıtım çok çeşidin az miktarda birlikte verildiği tabaklardır. O mekana giren kişi, diğer mekanlardan, rakiplerden farklı, diğer mekanlarda olmayan neleri tatmalı, hangi çeşitleri görmeli, deneyimlemelidir? Onlar seçilmeli, birer lokma ile hoş bir görünümle, bir derleme halinde, tek tabakta sunulabilmelidir. Bir daha gelmesi istenen müşteri bu şekilde yaratılmış olur.

Menü tabağı da hem müşteri hem de işletme için avantajlı, sürekliliği teşvik eden uygulamadır. Büyükçe düz tabakta servis edilen ikişer kaşık veya yarım porsiyonlardan oluşan, ana yemek, makarna, pilav vb. çeşitleri, ekonomik fiyatla, yapılan paket satış demektir.

Tencere kapakları kapalı olarak bekleyen yemekler, en kaliteli malzemeyle, en iyi biçimde de hazırlanmış olsalar da, bir anda hızla görünmedikleri için, kaçırılan satış demektir. Vitrin, tezgah iyi aydınlatılmalıdır. Müşterinin gözüne tutulan ampuller değil, ürünü, yemeği, çeşitleri aydınlatan yöntemler seçilmelidir.

İnternet sitesi olmazsa olmaz. Ne satarsanız satın, nerede olursanız olsun, internette, iyi tasarlanmış ama gerçekten iyi tasarlanmış bir siteniz olmalıdır. O da yetmez, toplu alışveriş sitelerinde de (sahibinden.com, gittigidiyor.com, yemeksepeti.com vb.) kesinlikle bir dükkan açılmalı, birer ilan sayfası olmalıdır.

İnternet reklamları. Tüm arama motorlarında öne çıkacak biçimde reklamlar verilmelidir. Her türlü harita uygulamasında, işletmenin internet sitesine link veren birer nokta işareti olmalıdır.

Foto panolar. Dünyaca yaygın restoran zincirlerinin bu uygulamaları kusursuzdur. Bu işte tasarruf olmaz, yanlış olur. En iyi sonucu alabileceğiniz, en iyi görüntüyü sağlayan, ışıklı panolarda tüm çeşitlerin profesyoneller tarafından çekilmiş ve basılmış fotoğrafları duvarlarda yer almalıdır. Ürünlerin en iyi halinin görüntüsü, sonsuza kadar müşterinin iştahını kabartır. Ürünün kendisinin bekletilerek örnek oluşturması kesinlikle yanlıştır. Vitrinlerde bekletilmiş sandviçler, porsiyonlar, on dakika içinde tazeliğini kaybeder, görüntüsü her dakika daha da kötüleşir. Satılacağı varsa satılmaz. Düşünün, hiçbir büyük restoran zincirinin böyle bir şey yaptığını gördünüz mü? Kasaların arkasındaki panolar yerine ürünlerin tabaklarda tezgaha dizili bekletildiğini düşünün. Olacak şey değil. Onlar da zaten öyle yapmıyorlar ve en iyi fotoğrafların en iyi biçimde basıldığı ışıklı panolarla işi götürüyorlar.

Fotoğraflarda alt yazı unutulmamalıdır. Duvar panosu, basılı reklam, menü vb. tüm fotoğraflarda, herkes biliyor olsa da, o ürünün ne olduğu, kaça satıldığı, köfte fotoğrafında “köfte” yazısı, köftenin fiyatı yer almalıdır. Fiyatı olmayan, adı bulunmayan ürün fotoğrafı her an yanlış algılanabilir, fiyatta şüphe, satışın kaybedilmesi riski taşır.

Fotoğraflı menü. Masalarda duran, müşteriye verilen, adreslere dağıtılan, tüm menülerde ürünlerin tümünün fotoğrafları yer almalıdır.

Porsiyonların, bardakların, fincanların miktarı. Satışı yapılan her ürünün, porsiyon esasına ve yapılıyorsa, paket esasına göre gramajları, litreleri belirtilmelidir. Şeffaflık her zaman güven verir. Gramla satılan döner sandviç, pilav, köfte her zaman müşterinin ödediği paranın karşılığını eksiksiz, tam olarak aldığı güvenini verir. 50, 70 veya 100 gram olsun, sandöviçin, pidenin içindeki döner, rahatlıktır, gözünün önünde tartılır, yenirken huzur verir. Pilavın gramı olur mu demeyin. Pilavı gramla tartan, hak geçmesin diyen lokantacı, her zaman iyi anılacaktır.

Ürün için kullanılan malzemelerin tümü açıklanmalı, tek tek sayılmalıdır. Vitrinde sergilenenler olsun, menüde listelenenler olsun, tüm ürünlerin hangi malzemelerle üretildiği belirtilmelidir. Yağından, suyuna, tuzundan, şekerine unutulmamalıdır. Mümkünse yöresi, nereden sağlandığı belirtilmelidir.

Fiyatlı menü. Mekanda bulunan, adreslere dağıtılan tüm menülerde ürünlerin fiyatları bulunmalıdır. Menü yer almayan bir masa, bir duvar, bir işletme düşünülemez. Mümkünse masalarda kullanılan servis altlıkları, cam katman varsa, altına yerleştirilmiş sabit menü, her iki taraf için de kolaylıktır. Oturduğu sürece gözünün önünde bulunan listedeki ürünler her an müşteriden sipariş alma potansiyeline sahip olur.

Kablosuz Çağrı Sistemi: Masalarda birer adet çağrı cihazı bulunur ve müşteri, servis veya hesap isteğini düğmelere basarak iletir. Garson ekranda veya kolundaki cihazda çağrı yapan masanın numarasını okur ve ilgilenir. Kaçak olasılığı düşer, müşteri garson aramakla uğraşmaz, etkin ve basit bir yöntemdir. Müşteri için kolaylıktır, mekan için çekicilik demektir.

Kablosuz sipariş sistemi: Garson’lara verilecek birer el terminali ile doğrudan mutfağa sipariş verilir. Yazılı ve kayıtlı hareket etmenin getirisi büyüktür. Kontrol ve etkinlik sağlanır. Siparişler hızla yerine getirilir.

Her yerde rastlarız; kirli bardak, fincan, yemekte kıl, saç. Garson’a söylemeye korkarız. Söylersek, biz suçlu çıkarız. Böyledir Türk garsonu. Bakar, bakar… inceler. Büyük ihtimal itiraz eder. Belki kabul eder değiştirir, yenisini getirir. Ama ses çıkarmaz. Özür hiç dilemez. Oysa müşteri ne derse desin. Hemen özür dilenmelidir. Her neyse, geri alınmalıdır, değiştirilmelidir. Yenisi servis edilmelidir. Üstelik yanına bir de özür armağanı getirilmelidir.

Gemiler gelişti, hareketleri geriledi.

İstanbul Belediyesi, Şehir Hatları İşletmesi, 10 milyon dolara yakın para ödeyerek yaptırdığı çok sayıdaki yeni gemilerle, ancak 100 yıl öncesinin hızıyla yolcu taşımayı sürdürüyor.

Gemilerimiz yenilendi, gelişti, son teknolojiye sahipler. 360 derece dönen pervaneleri, baştaki manevra pervaneleri ile kağıt üzerinde çok iyiler. Ancak aynı mesafeyi geçmişteki aynı sürede katediyorlar.

Kadıköy-Karaköy seferleri hala 20 dakikada bir yapılıyor. İskeleden ayrılan gemi, karşıdaki iskeleye yanaştığında geçmiş olan süre 10 yıllardır aynı, değişmedi.

Çift pervane ve dümeni bırakın, yüz yıl önce tek pervane ve dümenle daha kıvrak yanaşan gemiler, şimdi daha çok manevrayla, daha çok sürede yanaşıyorlar iskelelere.

Fotoğrafta görülen yeni inşa edilmiş gemi, Kadıköy'deki Beşiktaş iskelesine yanaşmaya çalışıyor. İskeleyle arasında iki geminin eni kadar uzaklık var. Ben fotoğrafı çekmeye karar vermeden bunun iki katı uzaklıktaydı. Ben karar verip de telefonumu hazırlayana kadar ancak bu kadar mesafe alabildi. Tamamen yanaşması da bir bu kadar zaman alacak.

O iskeleyi bordalamak bu kadar mı zordur? Sanmıyorum. Yaşadım, gördüm. Zamanında tek hareketle yanaşırdı bu iskeleye Turan Emeksiz'ler, İnkilap'lar.

Bu tek örnek değil. Haftada bir kaç kez bu gemilerle yolculuk ediyorum ve her iskeleye yanaşmayı dikkatle izliyorum. Yarısından çoğunda benzer çabalar uzayıp gidiyor.

Bunun nedenini tam olarak bilemiyorum. Gemilerin yetenekleri artarken, kullananların yetenekleri geri gidiyor olabilir mi?




19 Kasım 2012 Pazartesi

Öpücüğe 12.5 Yıl Hapis!


Garip Gelişme!



Samsun'da sağır ve dilsiz gibi davranarak para istemek için girdiği güzellik merkezinde çalışan kızı boynundan öptüğü iddiasıyla tutuksuz yargılanan 28 yaşındaki A.A., 12.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Adana'dan Samsun'a gelen, boğazına taktığı sağır ve dilsiz olduğunu yazan kağıt ile sokaklarda dolaşıp işyerlerine girerek para isteyen A.A., iddiaya göre, geçen ağustos ayında İlkadım İlçesi Bahçelievler Mahallesi'ndeki güzellik merkezine gitti.

A.A., burada çalışan 17 yaşındaki E.Y.'den para istedi, genç kız da 2 lira verdi. Ancak, parayı almasına rağmen gitmeyen A.A., aniden E.Y.'nin beline sarılarak kızı kendine çekip, boynundan öptü. Şoke olan E.Y., şüpheliyi itekleyerek elinden kurtuldu ve ağlayarak polisi aradı.

Kızın verdiği eşkal doğrultusunda, kaçan A.A. kısa sürede yakalandı. Gözaltına alınan şüpheli, çıkarıldığı nöbetçi mahkeme tarafından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

"PARA BULMAK İÇİN SAĞIR DİLSİZ GİBİ DAVRANDIM"

Samsun 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'cinsel istismar' suçundan 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan A.A. ilk kez hakim karşısına çıktı. Suçlamaları kabul etmeyen sanık, "Adana'dan iş bulmak için Samsun'a geldim. İş bulamadım. Param da bitti. Geri dönmek için sağır dilsiz gibi davranıp para istemeye başladım. Ancak bayanın çalıştığı yere gitmedim. Böyle bir şey de yapmadım" dedi.

Duruşmaya katılan E.Y. ise sanığın yalan söylediğini ileri sürerek, "Sabah temizlik yaparken geldi, para istedi; 2 lira verdim. Elimi tuttu, teşekkür eder gibi. Sonra birden kendisine çekti. Belime sarıldı ve boynumdan öptü. Şikayetçiyim" diye konuştu.

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden alınan raporda ise kızın olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğunun bildirilmesi üzerine mahkeme, A.A.'ya 12.5 yıl hapis cezası verdi. Sanık cezaevine gönderildi.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Ekran Koruyucu Ne İşe Yarar?


Ekranı mı? Doğayı mı? Koruyalım.

Ekran koruyucu göze pek hoş görünür. Hele yeni bir pc kullanmaya başladıysak. Hep yaptık. Çeşitli hazır temalar, fotolar seçtik. Ekranlarımız saatlerce güzel görüntüleri gösterip durdu. Hala pek çok işyerinde, evde bu ekran koruyucu modası sürüyor.

Pek çoğumuz aslında ne yaptığımızın farkında değiliz. Ekranı korurken, doğaya zarar verdiğimizin. Ekran koruyucu ekranı korurken, elektrik harcamayı, bu yolla, havayı, suyu kirletmeyi, nükleer riskleri artırmayı sürdürüyor. Hem de çok. Ekranda çalışırken ne kadar elektrik harcıyorsak, ekranımızı korurken de o kadar elektrik harcıyoruz. Durup durduğu yerde.

Oysa basit bir ayarı var. Ekranı korumayı bırakıp, doğayı korumayı seçmenin.  “Denetim masası”ndan, “güç seçenekleri”ne girip, ekranın nasıl kapatılacağını seçiyoruz. Taşınabilir bilgisayarlar için “prize takılı” veya “pilde” iki ayrı seçenek şansı var. Ben her ikisini de en kısa süreye ayarladım. “1 dakika”. 1 dakika kullanmadığım zaman ekranım kararıyor. Kapanıyor. Ekran koruyucu filan yok. Siyah bir ekran.

Bekleme durumunda. Ekran koruyucu olduğundaki kadar enerji harcamıyor en azından. Özellikle işyerlerinde çalışanların bu ayarlamayı yapmalarını öneririm. Tabii evlerinizde de aynı durum söz konusu.

Daha ilerisi de var elbet. Uzun süre çalışılmayan bilgisayarın yine kendiliğinden uyku moduna geçirilmesi, hatta kapatılması. “Güç seçenekleri”nde, “plan ayarları”na göz atarsanız daha ilerisini de düzenleyebilirsiniz. 

Enerji nasıl boşa harcanır?

Su sebili alırsınız, fişini prize takarsınız, bir tarafta suyu soğutur, diğer tarafta ısıtır, sonra ikisini birden karıştırıp ılık su içersiniz... fişi prizden çekseniz olmaz mı?

Evinizde panjur yoktur, güneş olduğu gibi camlardan içeri girer ve siz evinize bir klima taktırır, çalıştırır durursunuz... önce panjur yaptırsanız, belki klimaya hiç ihtiyacınız olmayacaktır.

Ekran koruyucu saçmalığını kullanmaya devam edersiniz, ekranınız elektrik tüketmeyi sürdürür.

vs. vs. vs.

Başka Şubemiz Yoktur


Dünya üzerinde onbinlerce şubesi olan Mc Donald's, Burger King gibi fast food restoran zincirleri var. Tartışmasız bu işi en iyi biçimde işletecek seviyelere ulaşmışlar. Üstelik on yıllardır ülkemizde de faaliyet gösteriyorlar. Kapımızın dibindeler. İncelemek araştırmak için yabancı ülkeleri ziyaret etmemize gerek yok. Birkaç saat oturup incelesek, kendi işimizi nasıl dizayn edeceğimizi göreceğiz. 

Buna karşın ısrarla modası geçmiş geleneksel yöntemleri uygulayarak küçülen veya yerinde sayan girişimcimizi görmek beni üzüyor. Aynı ilçede birkaç şubesi olan bir büfe zincirimiz bile farklı fiyat uygulayabiliyor. Tezgahının üzerinde veya masasında menüsü, menülerinde fiyatı olmayan büfelerimize ne demeli? Tuvaleti olmayan veya minicik bir tuvaleti olan işletmeler? Tuvaleti bir türlü temiz olamayan restoranlarımız??? 

Bu kadar zor mu? Bu kadar cahil miyiz? Neden görmek, anlamak, bilmek istemeyiz? 

Başta belirttiğim modelleri pek iyi anlayıp, fazlasıyla uygulayan ve başarılı işletmelerimiz de az değil artık. Üstelik sayıları da gittikçe artıyor. Tuvaletinde diş fırçası bulabileceğiniz kafelerimiz var artık. Masadaki elektronik düğmelerle servis veya hesap isteğinizi iletebileceğiniz lokantalarımız var. 

17 Eylül 2012 Pazartesi

Bekleme Salonları, Kafeler ve benzeri yerlerde yıllar öncesinden kalmış, yıpranmış dergiler!

Yüzlerce liraya muayene olacağım doktoru beklerken salondaki sehpada 4 yıllık parasız dergiler görünce kızmak yanlış mıdır?

Parayla satılan çeşitli dergilerin yıllar öncesine ait sayıları bir yana, Ikea mağazası kataloğu, THY dergisi Sky Life, LC Waikiki mağazası kataloğu, üstelik 3-4 yıl önceki sayıları.

Bunu yapan kafe ve restoranlar da var. Hatta öyle ucuz yerler de değil. Bayağı orta ve üst fiyat uygulayan ticari yerlerde de aynı şey yapılıyor.

Hadi gidip yenisine verecek paranız yok, cebinizde akrep var, gidin bir sahafla, eskiciyle anlaşın, hiç olmazsa son 12 ayda çıkmış ikinci el dergileri getirsin size.

Bu kadar mı cimrilik olur?


5 Eylül 2012 Çarşamba

TL'den itibaren, Yarı Fiyatına


Filanca TL’den itibaren diye bir laf var. Reklamların pek sevilen öğesi. Okuyan da bir şey var sanıyor.

Demek istiyorlar ki; “bir iki tane o fiyata da var ama bulursan alırsın”. Okumayı sürdürünce o sayıya bakıyorum, işin asıl fiyatı onun en az iki, üç katı oluyor.

100.000 liradan başlayan konut reklamı görürseniz, binanın kapıcı dairesi yanında, bodrumunda, bir yerlerinde bir iki tane o fiyata vardır ama zemin kat, 1. Kat, üst katlara çıktıkça olur 150, olur 250. Ne kadar çok katlıysa çık çıkabildiğin kadar.

500 Euro’dan başlayan fiyatlarla gemi tatili ilanlarına bakınca düşünüyorum; makine dairesinin yanında bir yerlerde, iç kamaralar, camı, penceresi olmayan, ışık görmeyen kamaralardan bir kaçı o fiyata olabilir. Üst katlara çıkıp, küçük bir delikten dışarıyı görmek isteyenler 1500, balkonlu kamara düşünenler 2500 Euro’yu gözden çıkarmalılar.

Bir de “sınırlı stoklar” muhabbeti var. Ürün veya hizmet yarı fiyatına satılıyormuş gibi fiyatlandırılmış. Altındaki küçük stok sayısına bakın; 10, 20 bilemediniz 100 adet'le sınırlandırılmış. Sen gidene kadar onlar biter, fiyat olur iki katı. Üstelik stoğu tüketip tüketmediğini nasıl bileceksin? Saydırır mı?

Pazarlama ve reklamcılık tüketim toplumunu bu sloganlarla yarattı ama böyle gitmiyor, gidecek gibi de değil. İnternet sağolsun artık bu laflara karnımız doyuyor. Hangi ürünü, dünyanın neresinden kaça alırız? Gayet iyi öğrendik artık. Yaş tahtaya basmak yok! 

Dergiler; Parayla satın alınan reklamlar



Dergicilik öyle güzel bir sanat ve ticaret ki; reklamları parayla satıyorsunuz. Alan da fark etmeden reklamları izliyor. Yalnızca parayla verildiği açık, tam sayfa, yarım sayfa tasarım reklamlar değil, habermiş gibi kaleme alınmış yazılı içeriğin de pek çoğu reklam aslında. 

Öyle bayan dergileri var ki ağırlığı yüzünden öyle çantanıza koyup gidemezsiniz. Onlarca sayfa tam sayfa reklam var yalnızca içinde. Diğerleri de cabası.

İlk sayfalarda kısa haberler hep bir ürün veya hizmetin tanıtımı. Sonraki sayfalardaki yazılar da öyle. Tamamına yakını ürün veya hizmeti piyasaya sunan şirket tarafından tasarlanmış. Çok sonra, belki dergilerin yarısından sonraki sayfalarda ancak anı, inceleme ve benzeri yazılar var. 

Pek çok konudaki dergiye bakıyorum ülkemizde bir tekneyi, bir motosikleti, bir otomobili, telefonu, televizyonu, her neyse bir teknolojik ürünü hakkıyla test eden, tarafsız değerlendiren bir bölüm yok.



30 Ağustos 2012 Perşembe

Uçağın kapısı...


Yelkene heveslenen birkaç arkadaş aldıkları başlangıç eğitiminden sonra usta bir yelkenciyle okyanus geçişi yapmışlar. Denizdir bu elbet sert havalar yemişler. Saatler geçmek bilmemiş. Günlerce gerilim yaşamışlar. Yaralananlar olmuş. 

Döndükten sonra da bir dergiye yaşadıklarını anlatmışlar. Bir tanesi diyordu ki; böyle bir yolculuğu yapmak isteyen birini görürsem, vazgeçmesi için elimden geleni yapar, hatta onu engellemek için gidip bineceği uçağın kapısına yatarım. 

Güzel söz. O gün bu gündür hala aklımda.

Siz bir dostunuz için uçağın kapısına yatar mısınız? Yattınız mı? Bence yatmalıydınız, yatmalısınız!

Dostluk kavramını dilimize dolamışız ama bırakın kapıya yatmayı, ağzımızı açmıyoruz.

Gözlem yeteneğimiz süper. Farkındalık desen, o da öyle. Dostluk ise yazık ki lafta kalıyor.

Hiç tanımadığı biri için gidip uçağın kapısına yatacak adam bir tarafta, dostum dediği kişiye ağzını açmayanlar belki de açamayanlar diğer tarafta.

Gençliğimde, öğrencilik yıllarımdan hatırladığım en güzel anı, arkadaşlarımla dobra konuşmak, onların da bana açık eleştirilerde bulunmalarıydı. Gençliğin verdiği bir heyecanla olsa gerek. Zamanla, yaşlar ilerleyip, evlilikler başlayınca, biribirimizden uzaklaştığımızı fark ettim. Biribirimize yeterince vakit de ayırmaz olduk. Bir araya geldiğimizde, günlük hay huyları aşmayan konuşmalar, sohbet boyutuna erişemez oldu. Kaldı ki kim kime neyi hatırlatacak, nesini eleştirecek.

Oysa insan kendini gereği biçimde göremiyor, fark edemiyor. Birilerinin görmesine, göstermesine, yönlendirilmeye ihtiyacı var. Yaşam koçları, psikiartristler, psikologlar bu işi parayla pek güzel yapıyorlar. Parasına kıyan, parasına kıydığı oranda onlardan yarar görüyor.

Şimdilerde gençlik gerilerde kaldığında dönüp yine kimin ne hatalar yaptığını, eksikleri olduğunu gördüğümüzde, hep neden bunu ona açık biçimde söylemedim, hatırlatmadım, uyarmadım diyorum. Onlar da beni uyarmadılar, eleştirmediler.

Kibar bir dönem yaşadık, kimse kimseye dokunmadı pek. Şehirleşen toplumda insanlar birbirlerinden uzaklaştı. Nereye gider? 

Eskiye dönüş zor. Bugün gençler birbirleriyle yeterince konuşuyor mu? Onu da bilmiyorum.


26 Ağustos 2012 Pazar

Kaleköy'e nasıl gidilir?

Eski adı Simena. Antalya'da Kaş ile Finike arasında. Kekova diye bilinen bölgede, yolu olmayan, biricik bir yer Kaleköy. Sit alanı.

Karayoluyla Üçağız denilen sahil köyüne kadar gelinir. Oradan köye tekneyle 10 dk. süren zevkli bir yolculukla geçilir.

Üçağız'a gelmeden önceki köylerden birinin girişinde otostop çeken bir arkadaş, yoldaki sohbet sırasında, teknesi olduğunu, bizi Kaleköy'e bırakabileceğini söyledi. O zamanlar çalışıyoruz, maaşlar iyi, fiyatını sormadan bindik tekneye. Kaleköy'e varınca 3 liralık yer için bizden 10 lira istedi. Tatilin başı, tatsızlık olmasın diye 10 lirayı verdik.

Sonradan uyandık. Yakın köylere gidip, bizim gibi turistleri gözleyerek, bir tür oltacılık yapan girişimcilermiş bunlar.

Dikkatli olun. Dünyanın neresinde olursa olsun, bir tekneye binmeden ücretin pazarlığını yapın. Pazarlığı beceremiyorsanız en azından fiyatı sorun.

İskeledeki fiyatla, yoldaki, hatta varış iskelesindeki fiyat aynı olmayacak, giderek çoğalacaktır.


Kaleköy'ün kanalizasyonu var mı? nereye akıyor?

Yıllardır gidemedim. Şimdilerde turist yönünden iyice yükünü almıştır. Pek çok konaklama tesisi var. Sit alanı olduğu halde yatak kapasitesi 10 katına fırlamış diyorlar.

Peki bu köyde kanalizasyon var mı? Sifon'u çektiğinizde akan su nereye gidiyor?

Bilmiyorum. Araştırıp bu sayfada yazacağım. Ne zaman? Bilmiyorum.

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Mandolin karnemiz

70'li yıllarda ilk okullarda mandolin çalmayı öğretirlerdi. Pek çok öğrenci mandolin alır, derslerine katılırdı. Garip bir çalgıydı. Yöntemi kolay değildi. Beceremezdik.

Kimsenin doğru dürüst mandolin çalmayı başardığını görmedim. Binlerce mandoline ne oldu kimbilir? Yıllar sonra popüler bir caz konseri videosunda mandolin'in ne kadar güzel çalınabileceğini izledim.

Buzuki de zevke dinlenen yaygın bir yunan çalgısı. Mandoline benzer bir çalgı ve benzer yöntemle çalınıyor.


Eski doğu bloku ülkeleri vatandaşları da sokaklarımızda akordeon çalıyorlar. İyi kötü harçlık çıkarıp karınlarını doyuruyorlar.

Mandolin çalmayı öğrenemediğimiz için yabancı yerlere gidip de karın doyurmak istesek aç kalacakmışız.

Acaba mandolin kimin, hangi yöneticinin tercihiydi?


Aha şuraya yazıyorum!

Aha şuraya yazıyorum!

İstanbul'a 3. köprü doğasını yok edip rant sağlamak amaçlı. 3. köprü yapılıp, rant sağlanacak yer kalmayınca, gelişen mühendislik ve inşaat teknikleriyle, boğaza yeni tüp geçitler yapılacak. Böylece köprüye gerek olmadığı anlaşılacak. Köprülerin ömürleri dolduğunda sökülecekler ve yerlerine yenileri yapılmayacak.

14 Ağustos 2012 Salı

İs...

İs'le başlayan sözcükler var dilimizde. Çoğu İtalyanca'dan geçmiş kelimeler. 

Orijinalleri;


İstepne: 
İskele: İtalyanca scala
İskarpela: İtalyanca scarpello
İskarpin: İtalyanca scarpino
İskandil: İtalyanca scandaglio
İstralya: İtalyanca straglio
İstasyon: Fransızca station
İspermeçet: sperm whale
İstampa: stamp
İspirto: lat. Spiritus
İspiyon: italyanca spione
İstaka: italyanca stecca

Reklam arası

Televizyonda, gazetede izlediklerimiz, okuduklarımız, aslında reklamların arasına girilen diziler, haberler, eğlence ve haber programları.

Bunlar ticari kuruluşlar olduğuna göre esas amaçları reklam alıp gelir elde etmek. Sandığımız gibi dizilerin arasında reklam izlemiyoruz, asıl yayın reklam ve diğer tüm yayınlar reklamların mezesi.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Kitap raflarına dikkat!


Türkiye'de kitapçılara girdiğimde, raflardaki kitapların sırtlarını okumak için, kafamı bir sağa, bir sola eğip duruyorum. Kitap ve yazar isimleri, kitap sırtlarına, her iki yönde de basılmış. Bir birlik yok, karışıklık var.

Yurtdışında basılmış İngilizce kitaplara bakıyorum. Hepsi aynı yönde. Başımı sola eğdiğimde tüm sırtları kolaylıkla okuyorum. Kitapçıya girdiğinde rafı baştan sona kolaylıkla taramak mümkün.

Saygın yayın evlerinde de aynı durum söz konusu. Örneğin: Yapı Kredi Yayınları

Minibüs manyağı ülkem



Dolmuş minibüslerimiz;

İlk başta Magirus markasıyla, şimdi de Otokar markasıyla.

40 yılı aşkın bir model. makyajla 2010'lu yıllarda hala kullanılıyor.

Her nasılsa ortadan kalkan o muhteşem kuş serisi taksilere inatla.

En yüksek gürültüyle çalışan, en çok egzost gazı yayan model olsa gerek.


İnsanımız, sokağa çıktığı noktada binmek istiyor dolmuşa. Öyle olunca da gidemiyor bu bindiği dolmuş. Duruyor, her yolcu gördüğünde, hatta görmediğinde bile.

Gidilecek yere iki, üç katı zamanda varıyor bu yüzden.

İnsanımız, hala kolay sanıyor bu dolmuşla ulaşımı.

Her nasılsa, metro ve türevlerini kullanmaya başlayınca, yavaş yavaş anlayacak durumu... belki.


50 liralık lahmacunu yiyen o, ödeyen sen!




Yazının başlığı “Bireysel emeklilik şirketlerinin giderlerini ve karlarını siz ödersiniz”. Ali Tezel bir okur mektubuna verdiği yanıta başlık olarak kullanmış.

Sadece Bireysel Emeklilik Şirketlerinin mi?

Ülkedeki ve dünyadaki tüm şirketlerin, tüm girişimcilerin!

Hiçbir şirket giderini ve karını kendisi karşılamaz veya bir yerden bulmaz, hepsini biz öderiz. Müşteri!

Ne satın aldıysak? Mal veya hizmet. Ödediğimiz tutarın içinde, o şirketin giderleri ve karı da vardır.

Yaptıkları reklamlar, araştırma geliştirme giderleri, verdikleri rüşvetler, yaptıkları yatırımların tümü, hepsini biz öderiz. Koskoca üretim tesislerini kendileri finanse etmezler. Sattıkları ürünün içinde onun payı da vardır ve müşteri öder onu da.

Bedava hiçbir şey yok! Yolda yürürken bile öderiz. Yol kenarındaki panoda yer alan reklamdaki ürünü satın alırız, o reklamın bedelini de biz öderiz.

Bedava TV izlediğimizi sanırız, çok fena yanılırız, aradaki reklamda tanıtılan ürünü aldığımızda, o reklam için ödenen bedel, oyuncuların, yönetmenin maaşı, yapımcının karı, dizinin çekildiği mekanın kirası bizden çıkar.

50 liraya satılan lahmacunu da biz öderiz. Bizim ödediğimiz tutardan elde edilen karlarla 50 liraya lahmacun yerler, milyonlarca dolarlık villalar, yalılar alırlar, yüz binlerce dolarlık otolara binerler.

Acun kardeşimiz önceki ve yeni kanalından 10 milyonlarca ücret almaz, bizden alır… sms çekeriz, program aralarındaki reklamlarda yer alan ürün ve hizmetleri satın alır, biz öderiz onun maliyetini, yatırımını, karını.

Uluslar arası sanatçılar, iş adamları, bizden aldıklarıyla, dünyanın ilkleri sıralamalarında yükselirler veya alçalırlar.




10 Ağustos 2012 Cuma

Bi iş için lazım


Rahmetli Defne Joy Foster’ın sunuculuk yaptığı hoş bir yarışma programıydı. Hatırlayın, yarışmacı, telefonla tanıdığı bir kişiyi arayıp, abuk bir şey getirmesini veya yapmasını istiyordu. İstenen şeyler de gerçekten saçma sapan, ilgisiz, arayıp bulması veya yapması zor şeyler oluyordu.

Örneğin: Japonca tercümanı, albümü yayınlanmış biri, beş tane eylül doğumlu kişi, iki tane gamzeli kız çocuğu gibi. Öyle ki bazı programlarda telefonun ucundaki kişinin yanıtlarını "bip"lemek gerekiyormuş.

Telefonun ucundakini ikna etmek için yoğun çaba harcamak gerekiyordu. İkna için yarışmacılar pek çok dil döküp, acaip senaryolar uyduruyorlardı. 

Pek çok insan, aradığı kişiyi ikna etmeyi başaramaz, madara olurdu. Sevgilisini ayrılmakla tehdit edenler olmuştu. 

Kimisi de hiç zorlanmadan aradığı kişiye istediğini kolayca yaptırırdı. Ya da aradığı kişi onu fazla zorlamaz, istenenin saçmalığına rağmen, istenenleri sorgulamadan yapardı. Başaramasa da başarmaya çabalardı.

Siz böyle bir programda yarışmacı olsanız, arayıp da abuk, saçma bir şey yapmasını veya getirmesini isteyebileceğiniz, ikna etmek için de çok fazla uğraşmayacağınız kişileri alt alta yazın ve sayın. Kaç kişi var? Onlar kimler?

Bir deneme daha yapın; abuk veya saçma olmayan, olağan bir şeyi istediğinizde, onu yapacak veya getirecek kaç kişi tanıyorsunuz? 

Bir başka şekilde soralım; tanıdıklarınızdan kaçını olağan bir isteğinizi yapması için arayabilirsiniz?

3, 2, 1?


17 Temmuz 2012 Salı

Pita Ekmeği

Pide'ye Türkçe "Pide" demek yerine, Yunanca "Pita" demek, o da yetmiyormuş gibi "Pita Ekmeği" demek nasıl bir akıldır acaba?


Pita Ekmeği denilen şey, bildiğin Pide, başka bir şey değil. 


Yunanistanda "Pita Gyro" diyorlar, "Pide Döner"e. Pita'da Yunanca'da Pide demek, o kadar.







Biz de uydurmuşuz, Pita Ekmeği diye bir şey. Bildiğin Pide, olmuş Pita Ekmeği.


Helal!

23 Mart 2012 Cuma

"0" (Sıfır) ARAÇ İÇİN PLAKA VE RUHSAT NASIL ÇIKARTILIR?


Plaka ve ruhsat nasıl çıkarılır?

2012 Mart ayında yeni satın aldığım 0 km. motosikletin plaka ve ruhsatını çıkarmak için muameleciler 400 liraya varan maliyetler çıkardılar. Satışa aracılık eden ustam bu işlerin artık kolay olduğunu kendim halledebileceğimi belirtti. Ben de onu dinleyerek işlemleri kendim yaptım.

Merak edenler için özeti şöyle;

1-      Trafik Tescil Şubeye başvuru için internetten randevu almak zorunlu. https://e-randevu.iem.gov.tr/randevu/ adresinden randevu aldım. Cumartesi akşamı, pazartesi sabah ve öğlen için uygun randevu saatlerinden birini seçebildim. İsteyen bir sonraki günü de seçebilir. Bu randevunun yazıcıdan çıktısını almak ve dosyaya eklemek de zorunlu.
2-      Adrese dayalı nüfus kaydına göre ikametgahımın olduğu ilçe trafik tescil şubesine başvurmak gerekiyor.  İstanbul Kadıköy ilçesinde yaşıyorum. Şube Bağdat caddesi girişindeki Bostancı tren köprüsünden sonra sağda.
3-      Aracı satan bayi bir grup belge verdi. Fatura, ötv tahakkuk fişi ve makbuzu, teknik/uygunluk belgesi, vb. Kimlik aslı ve fotokopisi de bunlara ekleniyor.
4-      Sigorta acenteme Trafik sigorta poliçesi yaptırdım. Mart 2012’de  tüm sigorta şirketleri trafik sigorta primlerini artırmış. Her şirket farklı prim uyguluyor. Araştırın, uygun fiyat vereni bulun.
5-      Başvurunun “ek-1 formu” doldurularak yapılması gerekiyor. Bu işi Trafik muamelecilerine yaptırmak gerekiyor. Hem orijinal belgeleri var hem de yazıcıdan kolay çıktı alan bilgisayar programları. Belgeyi bulursanız daktiloda doldurmanız gerekli.
6-      Bostancı’daki şubenin bulunduğu sokaktaki ofis 25 lira istedi. Oradan Bostancı’ya doğru yürürken solda bir binanın ikinci katındaki diğer muameleci fotokopi çekimleriyle birlikte 10 liraya halletti. Evimde yazıcı olmadığı için randevumun çıktısını da burada bastılar.
7-      Dosya bedeli 2 lira. Şubenin bulunduğu sokaktaki taksiciler odası kulübesinden alınıyor.
8-      Randevu saatinde ikinci kata çıkıp “yeni tescil” bölümünde “vezne” yazan bankoya belgeleri teslim ederken nakit ödeme yaptım. Tüm işlem bu kadar. Önümde sadece bir kişi vardı.
9-      Şubeye belgelerin verilmesi sırasında görevliye makbuz karşılığı nakit ödenecek tutarlar. Araç Tescil Belgesi Ücreti:  58, Motorlu Araç Trafik Belgesi Ücreti:  77,50 lira.
10-   Görevli plaka bastırmam için bir fiş ve ruhsatı teslim almak için ikinci bir fiş verdi. Ruhsat 3 gün sonra öğleden sonra hazır olacakmış.
11-   Plaka basımı 11 lira. Aynı sokaktaki şöförler federasyonu kulübesine veriliyor. “Aynı gün 3’de gelip alabilirsin” dediler.
12-   3 gün sonra belirtilen saatte gidip şubeden ruhsatı, kulübeden plakayı anında aldım.
13-   Tüm harcama 300 lira tuttu.

Bu kadar.

1 Mart 2012 Perşembe

FW: Notebook'ların Pil kullanımı konusunda bilgilendirme


Bir uzmanın konu hakkındaki görüş ve önerileri şöyle;

Kullanmakta olduğunuz özel veya şirket Notebook’larının sürekli fişileri takılı kullanılması neticesinde Piller 1 yıl içinde elektrik depolama özelliğini kaybetmeye başlıyor, bu konuda aşağıda tavsiye ettiğim yöntemlerin kullanılması pil ömürlerinin uzamasına neden olacaktır.

Yeni Piller:

Yeni bir pil aldığınız zaman, pilin % 0 kapasiteye yakın olduğu görülür. Bu pilin stokta olduğu süre ile alakalı olup pilin çalışma kapasitesini etkilemeyecektir.

Eğer piliniz % 0 da ise, pili tam kapasite haline getirmek için onu fişten çekmeden 12 saate kadar şarj etme durumu sözkonusu olabilir, ya da Battery Conditioning diye tabir edilen - 3 kez full doldurup full boşaltma Pili Uygun Getirme işlemi yapılabilir.

Eğer % 0 da olan bir pil 12 saatlik bir şarjda hala dolmaya başlamamışsa veya Pili Uygun Getirme işlemi ( 3 kez doldurup boşaltma - 3 Cycle ) ne rağmen aynı şekilde duruyorsa pilin servis tarafından değiştirilmesi gerekmektedir.

Pili Uygun Hale Getirme : ( Battery Conditioning )

Genel olarak, Tekrar şarj edilebilir pillerin hepsi, elektrik enerjisini kimyasal reaksiyonlar vasıtasıyla muhafaza ederler. Bunun için pilin kapasitesi, bulunan mekanın sıcaklığı, kullanılmamış süre, pili doldurma şartları ve kaç kez şarj edildiği ile çok doğru orantılıdır.

Aşağıdaki küçük notlar pilinizin en iyi ve en uzun ömürlü olarak ne şekilde kullanılması gerektiği hakkında bilgiler içermekte.

1. Pilinizi doldurmaya başlayınca, full dolmadan asla kullanmayın.
2. Eğer piliniz yeni alınmış ve sıfır bir pil ise, ve ilk defa şarj ediyorsanız, piliniz, full kapasitesine , hücrelerindeki kimyasalların özelliklerinden dolayı tam olarak ulaşamayabilir. Maksimum performansı elde etmek için,, pilin içindeki tüm kimyasal maddeler tam olarak aktive edilmelidir.

Bunu yapmak için :

Pili 3 tur, full doldurup full boşaltınız. Full doldurup full boşaltma işlemine, 1 Cycle ( 1 Tur ) denmekte. Dolayısıyla 3 Cycle yapılması gerekiyor.
Pili 3 kez arka arkaya full doldurup full boşaltma işlemi, uzun süre kullanılmamış pillerin kapasitesi için de gereklidir.
Pilinizdeki enerji tükenmeden, pili şarj etmeye kalkmayınız. Pili parça parça, ara ara, tam boşalmadan şarj etmek, pil içindeki hücrelerdeki aktive edilmiş kimyasalların bütünlüğünü bozacağından, pilin ömrü azalır.

Pilinizi uzun süre kullanmayacaksanız, boşaltılmış şekilde bir rafa kaldırmanızı, mümkünse soğuk bir ortamda muhafaza etmeniz tavsiye edilir.

Dolu pili, rafta bırakmayın.

Yeni bir Notebook aldığınızda, kutunun içinden çıkan pilde, bir enerji az da olsa olacağından, ilk yapılması gereken, o enerji bitene kadar, makine kapanana kadar o pili boşaltmak, sonrasında ise pilin, ya 12 saat ya da 3 tur full doldurup full boşaltılması tavsiye edilmekte.

3 turdan sonra rahatlıkla pilinizi yüksek kapasite ile kullanabilirsiniz.

Laptopunuz elektrikle çalısırken piliniz makinenize takılı olsun. Bazı arkadaslar, pili ne kadar az kullanılırsa o kadar uzun ömrü olur gibi bir fikre kapılıyorlar. Bu tam doğru değil.

Çalıştırılmayan pilin ömrü de kendi kendine tükenmekte. Bu yüzden hiç kullanmıyorsanız bile en az haftada 1 kez makinenizi pille kullanın. ( Pili bitene kadar. )

Elektrik kesintisi sözkonusu olduğunda, pil devreye gireceğinden ve boşalmaya başlayacağından, bilgisayarın fişini çekip pil boşalana kadar pille devam edin. Böylece zamansız bir sekilde elektriğin geri gelmesi sonucu piliniz tam boşalmadan tekrar dolmaya başlamayacaktır.

23 Şubat 2012 Perşembe

Van Gogh Alive



Van Gogh alive.

Traş.

Powerpoint gösterisi!

İnternetin ilk zamanlarında pek modaydı. Herkes bir diğerinden gelmiş postaları adres defterindeki kişilere durmadan atıp dururdu. Güzel manzaralar, etkili sözler. Fotolar, resimler.

Karanlık bir salon, onlarca perdeye yansıtılmış van gogh tabloları. Bir tür slayt gösterisi. Ha, klasik müzik de var.

Google'a girin, Van Gogh yazın, bulduğunuz tabloları indirin, slayt gösterisi veya power point sunumuna çevirin, bir de klasik müzik eklemeyi unutmayın. Aha da size Van Gogh Alive.

15 tl, yol parası, yeme içme masrafı vs. cebinizde kalsın.

Ciddi müzelerin yapmadığı bu tür organizasyonlara gitmeden iyi araştırın!